27 Ocak 2014 Pazartesi

Vaka-i Halka


Evlilik niyetiyle görüştüğüm bir kız vardı. 2 hafta boş şeyler konuştuktan sonra sadede geldi. Bana eskiden beri hayali olan nişan yüzüğünden bahsetti. Kendisi tektaş sevmiyormuş. Tektaşı herkes takıyormuş, onunki farklı olmalıymış. Ve bana yukarıda gördüğünüz boru değerindeki pırlanta yüzüğün linkini gönderdi. Bir müddet düşündükten sonra kendisiyle yapamayacağımı söyledim.

Aylık kazancım çok olmasa da ülke standartlarına göre iyi çok şükür. Zaten parada da gözüm olmadı hiç. “Azıcık aşım, ağrısız başım” prensibim olmuştur hep. Hayatım boyunca gösterişten, lüks şeylerden nefret ettim. O yüzden param ganî olsa bile almam böyle bir yüzük. Ünlü devrimci Muro ne de güzel demiş: “Lanet olsun kapitalist burjuva düzeni!”

İlk başta inancıma ters zaten. Dışarıdaki fukaranın hakkı var bu yüzükte. Komşusu açken tok yatamayan bu yüzüğü nasıl taksın? Peygamber’in 2 çift giysisi yokmuş, çok da aç yatmış. Bizim tıka basa dolu giysi dolaplarımız var, bir de takı koleksiyonlarımız. Kanaatın yerini şatafat almış. İslam tarihi, tüm mal varlığı yanında götürdüğü kefen olan ulvî şahsiyetlerle dolu. Sadece evliyalar değil, ünlü kumandanlar da var içlerinde. O eski çağlardaki mübarekler mallarını dağıtmada birbirleriyle yarışırken, günümüz burjuva müslümanları biriktirmede yarışıyor. Hani halterde ‘silkme’ve ‘koparma’ diye 2 ayrı kategori vardır ya. Onlar ellerindekileri silkmişler, biz dışarıdakileri koparmaya çabalıyoruz.

Nasıl mı bu hale geldik? Ne zaman Batıya benzemek için sakalımızı kestik, işte o gün heybetimizi kaybettik, ve dejenere olmaya başladık. Her gün sakal traşı olan parlak bir erkekten hayır gelir mi? Ondan ancak kapitalizmin kölesi olur. Bi’ de gelir elin gâvuru, makas alır yanağından. Sakallı olsan o eller uzanabilir miydi yanağına? Hatta ileri gidip çuval bile geçirebilirler kafana. Ne derseniz deyin “keramet” sakalda, beyler bayanlar. Bir Batı sevgisi ki senin sakalını bile kestirtebiliyorsa iş bitmiştir. Biz neyi tartışalım ki daha? Dibine kadar özentiyiz işte. “Milliyetçilik” demiyorlar mı bir de. Fatih, bu milliyetçileri görse beyinlerine tükürürdü.

Neyse asıl konumuza geri dönelim. Kızlar sürekli istiyor ve bu isteklerini yerine getirmek için erkekler it gibi çalışmak zorunda. Yurdum erkeği kızlar için ne kadar didinse de yine yaranamıyor, üstüne bir de fırça yiyor. At sırtında diyar diyar koşturan ecdadın torunları hatunların kölesi olmuş durumda. Sevgililer günü, ilk buluşma günü, ilk öpüşme günü, evlilik yıldönümü diye koşturur olmuşlar mağaza mağaza. Hardcore yiğitler, softcore oğlanlara dönmüş. Lüzumsuza çuvalla para verirler. Maddî sıkıntıya düşünce, kredi kartı mağduru olunca da ağlar dururlar. Sürünün ulan! Hatunun bir dediğini iki etmeyene her şey müstehak. Ey yurdum erkeği, titre ve kendine gel!

Avrupa’da gâvur dediğimiz profesör toplu taşıma araçlarıyla üniversitesine giderken; bizim memurumuz bankadan kredi çekerek aldığı son model arabayla işine gidiyor. Mütevazilik, kanaat onlarda; hava-civa, gösteriş bizde. İnsan düşündükçe, ürettikçe mütevazileşiyor mu acaba? Filozoflara da baktığımızda paspal tipler hep. Saç sakal birbirine karışmış, dünyadan vazgeçmiş deliler. Boş teneke beyinler ise dünyaya aşık, gösteriş peşinde hep.

Durum bu kadar vahim olsa da hayat felsefesi ‘istememek’ üzerine kurulu mübarek hatunlar var hala. Ben bizzat gördüm. Nesilleri tükenmekte olsa da hiç ummadığınız bir anda karşınıza çıkabilirler.

(14 Nisan 2010)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder