18 Ocak 2014 Cumartesi

Yazın Yaylaya Kaçılır

 

Yıl 2010, aylardan temmuz ve Aydın’da bunaltıcı bir yaz mevsimi daha. Hele benim gibi sıcakta aşırı terleyenler için tam bir işkencedir yazları Aydın’da durmak. İyi ki Adana, Mersin ya da Antalya’da falan yaşamıyorum. Oralar, yazları çok daha beter. Eşimle serinleyip kafa dağıtırız dedik ve çok küçükken ailemle gittiğim, hayal meyal hatırladığım Gölcük Yaylasına gitmeye karar verdik. Gölcük, İzmir’in şirin ilçesi Ödemiş’e 28 km uzaklıkta, volkanik göle sahip bir yayla köyü. Rakımı 1050 metre civarında. Yeşilliklerin içinden, dağı tırmanarak, keskin virajları dönerek ulaşıyorsunuz Gölcük’e. Uzunca tırmanışın ardından yeşilin arasındaki krater gölünü görünce insanın bütün yorgunluğu diniyor.


Gölün çevresinde; balık tutan insanlar, günübirlik pikniğe gelmiş mangal keyfi yapan aileler, çadır kurmuş doğa severler temiz yayla havasının tadını çıkartıyor. Göl manzaralı, bahçeli dubleks evleri görünce insanın yazları buraya göçesi geliyor. Havası gayet serin. Geceleri aşağıdaki (ovadaki) insanlar sıcaktan uyuyamazken, burada battaniyesiz uyunmuyor. Dışarıda ancak kabanla durabilirsiniz. Gündüzleri ise kısa kollu dolaşmak mümkün. Yaylalar; benim gibi bunaltıcı yaz sıcaklarında dellenme noktasına gelenler için biçilmiş mekanlardan.


Konaklama yeri olarak seçtiğimiz otele bizden 1-2 gün sonra kamp için İzmir’in köklü futbol kulüplerinden Altay takımı geldi. Birkaç ay öncesinde otel araştırırken, yazları futbol takımlarının buraya kampa geldiğini duymuştum. O yüzden Altay’lı futbolcuları otel koridorlarında görmek pek şaşırtmadı beni.

3 gün boyunca gölün etrafını gezip, kafa dağıttıktan sonra “nerede hareket, orada bereket” deyip Gölcük’ün biraz üstündeki (1200 metre rakımdaki) Bozdağ Yaylası’nı da aşıp Manisa’nın ilçesi Salihli’ye inmeye karar verdik. Göle nâzır kahvaltımızı yapıp düştük yola. Bozdağ Beldesinin çıkışında “Bozdağ Kayak Merkezi” tabelasını gördük. Bozdağ’ı biraz geçtikten sonra buz gibi akan suların olduğu çeşmede yüzümüzü yıkayıp şeker gibi sudan içtik. Yol kenarındaki çeşme yanı gelen geçen yolcular için mola yeri adeta. Yolun iki kenarında karşılıklı satıcılar mevcut. Burada gözleme yiyebilir, dağda yetişen şifalı otlardan (kokuları etrafı sarmış ve muhteşemdi) satın alabilir, bal gibi yayla kirazının tadına bakabilir, hemen yandaki dere kenarında piknik yapabilirsiniz. Burada biraz oyalandıktan sonra yola koyulduk tekrar.

Yine yeşillikler arasında dağ manzaralı keskin virajlar beni bekliyordu. Sürüş zevki yaşıyorsunuz. Bozdağ ile Salihli arası yaklaşık 30 km. Zorlu virajları aşıp dağdan indikten sonra karşımıza T şeklinde bir yol ayrımı geldi. Sağ taraf 8 km ötedeki Salihli’ye çıkıyordu. Ancak biz 2 km soldaki Sart Harabeleri’ne doğru kıvrıldık. Sardes kenti M.Ö 7. yüzyılda Lidyalılara başkentlik yapmış. Hatta ilk para Sart çayı kenarındaki altın işleme atölyelerinde basılmış. Daha sonra Perslerin Lidyalılara son vermesiyle Perslere geçmiş. Bizanslı döneminde ise piskoposluk merkezi olmuş. Bugün ise Sart Kasabası’nın içinde kalıyor. Antik kentlerin bugünkü yerleşim birimlerine isim olarak verilmesi güzel bir şey.


Harabeleri gezdikten sonra yakınlarda bulunan Artemis Tapınağı’na uğramadan olmaz dedik. Hemen hemen her antik kentte görmeye alıştığım çekik gözlüler burada da karşıma çıktı. Bu Japonlar deli oluyor antik kentlere benim gibi. Artemis’in dev sütunlarının çevresinde 3-4 kişi el ele vererek poz verdiler kameralara. Sütunlar o kadar kalın ki 3-4 kişi kollarını açıp el ele ancak çevresini sarabiliyordu. Çok sempatiklerdi. Aralarında dedem yaşındaki adamlar da vardı. Her antik kentte görüp küfrettiğim manzara burada da vardı. Eserlerin üzerine yine kalp kazınıp, yavuklu ismi yazılmış, karalanmıştı. Sanırım ülkemdeki her antik kentte vardır bu olay. “Artemis çarpsın sizi zibidiler!” deyip burada da bir kaç poz alıp Salihli’ye doğru yola çıktık.


Gezdiğim yerlerin ünlü mekanlarında yemek yeme gibi bir alışkanlığım vardır. Google’da rastladığım bir lezzet durakları blogu Salihli’deki Cemal Usta’ya dikkat çekmişti. Biz de Salihli’nin ünlü odun köftesi yerine öğle yemeği olarak Cemal Usta’yı tercih ettik. Sora sora bulduk mekanı. Cemal Usta zeytinyağlı ege yemekleri üzerine uzmanlaşmış. Dikkatimizi Bodrum makarnası ve çiftlik kebabı çekti. Üstüne de Cemal Usta’nın tavsiyesi üzerine karadut kompostosu içtik. Ama diğer yemekler de birbirinden güzel gözüküyordu. Cemal Usta’ya “eline sağlık” deyip veda ettikten sonra Salihli merkezinde sürtmeye başladık. Oldukça beyaz tenli olmamdan dolayı sıcakta iyice bir amele yanığı oldum. Yaylanın gözünü seveyim deyip Gölcük’e gitmek üzere vurduk dağa tekrar. Tabi yola çıkmadan önce ünlü odun köftesinden paket yaptırmayı unutmadık.


2 gece daha Gölcük’te kaldıktan sonra bir Cumartesi sabahı kahvaltımızı yaptıktan sonra Gölcük’e veda edip Ödemiş’e doğru yola çıktık. Artık eve dönüş başlamıştı. Ödemiş’e varmadan önce ilk durağımız, Gölcük’e çıkarken “dönüşte uğrarırız” dediğimiz Birgi Beldesiydi. Birgi, Ödemiş’e 8 km uzaklıkta, Aydınoğulları Beyliğine başkentlik yapmış, tarihi evleriyle gözde bir belde.İlk önce Birgi’nin en dışında yer alan İmam-ı Birgivi adındaki zatın türbesine gidelim dedik. Türbe bir mezarlığın içinde yer almakta. Mezarlığın hemen altında ise bir mesire alanı mevcut. Milletin rahatça yiyip içebilmesi için betondan masalar yapılmış. Türbede duasını yapanlar, 5 metre aşağıya inip dedikodu yaparak evden pişirip geldiği yemekleri midesine indiriyor. Gerçekten garipti.

Sıradaki durağımız Ege Bölgesinin en eski camilerinden Aydınoğlu Mehmet Bey Camii oldu. Caminin mimarisi çok farklı. Cami kapısının girişindeki merdivenden aşağı inerek caminin içine giriyorsunuz. Bu özellik çok az camide bulunuyor olsa gerek. Hutbe kapısı ve pencere kanatlarında hadisler yazılmış. Ahşap oymacılığının güzel örneklerini görüyorsunuz. Ayrıca caminin dış köşesinde üstte Bizans yapılarında görmeye alıştığımız aslan figürü dikkati çekiyor. Caminin bahçesinde; Aydınoğulları Beyliğinin kurucusu Mehmet Bey, oğlu Umur Bey ve Beyliğin bazı ileri gelen isimlerinin türbeleri bulunuyor. Caminin hemen karşısındaki Umur Bey heykeli bütün haşmetiyle bize bakıyor. Umur Bey (1309 – 1348), 39 yaşında şehit oluncaya kadar 26 savaşa katılmış. Ege’de; Bizans, Ceneviz ve Rodos donanmalarına karşı büyük başarılar kazanıp Rodos’tan Çanakkale’ye kadar Mora ve Rumeli kıyıları da dahil olmak üzere denizlerde kesin bir kontrol sağlamış. İnsan bir anlığına geçmişe gidip geliyor.



Camiden çıktıktan sonra tarihi Çakırağa Konağı’na doğru yürüdük. Ama sadece bahçesini gezmekle yetindik. Çünkü içi restorasyondaymış. Dıştan görmek bile ağzımızı açık bırakmaya yetti.


Biraz daha Birgi’de oyalandıktan sonra Ödemiş’e doğru yola çıktık. Kısa bir süre sonra kendimizi kalabalık Ödemiş pazarında bulduk. Cumartesi günleri, Ödemiş’in halk pazarıymış. Pazarda herşey çok taze, istediğiniz ot, sebze, meyve ne ararsanız var. Ayrı bir bölüm olarak teyzelerin ördüğü el işi ürünleri de geniş bir alanı kaplıyor. Genç kızlar için çeyizlik herşey mevcut. Google hazretlerinin dediğine göre Ödemiş köftesi Hurşit Kebap’ta yenirmiş. Arayıp bulduk hemen. O gün ilçenin pazarı olması sebebiyle tıklım tıklım doluydu mekan. Çok da büyük bir yer değil zaten. Masaların biri boşalıp biri doluyordu. Hemen yeni boşalmış bir masayı kapıp, soğuk ayranla Ödemiş köftesi’ni afiyetle midemize indirdik.


Ödemiş’te 1 gün konakladıktan sonra ertesi gün Tire’ye doğru yola çıktık. Aydın’a dönmeden önce son durağımız, Tire’ye bağlı Kaplan köyünde bulunan bir lezzet durağıydı. Ot yemekleriyle Türkiye’de sayılı bir mekan: Kaplan Dağ Restoran. Tire’ye gelip 4 km daha köye tırmandıktan sonra vardık Kaplan köyüne. Köyün içinden geze geze restorana vardık. Mönü beklerken garson kocaman bir tepsi ve içinde 15’e yakın mezeyle geldi. Hepsi birbirinden güzel mezelerden 5 tanesini seçtik. Ondan sonra ana menü olarak “Tire köftesi mi çiftlik kebabı mı?” diye düşünürken Ödemiş’te köfte yemiş olduğumuz için değişiklik olsun diye çiftlik kebabı söyledik. İyi de yapmışız. Mantar, kaşar ve etin uyumu mükemmeldi. Otantik mekan, hoş müzik, Tire ovası manzarası, dağın göz kamaştıran yeşilliği ve lezzetli yemekler. Buraya son gelişimiz olmayacaktı. Üstüne bir de acı kahvelerimizi içip çıktık restorandan. Eve dönüş başlamıştı. Tire’den sonra yine bir İzmir ilçesi Selçuk geliyor. Dev antik kent Efes hala kendisini görmemiş tarih severleri bekliyor, bilginize.





(1 Ağustos 2010)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder