21 Ocak 2014 Salı

Siyah Beyaz Hatıralar


Eskiden fanatik Beşiktaşlı biri olarak yıllardır futbolu takip etmem. Eskiden dediğim ilkokul yıllarında kaldı. Gordon Milne ve talebeleri muhteşem üçlü Metin, Ali, Feyyaz zamanları yani. Öyle bir bağlıydım ki takım yenilince ağlardım o derece. Çocukluk işte. Sonra donuk bakışlı gülmeyen adam Gordon Milne gitti takımda yavşamalar başladı. Asıl kırılma noktası ise efsane başkan Süleyman Seba’nın gidişiydi. Ondan sonra Beşiktaş pek tat vermedi açıkçası oynadığı futbolla. Dönem dönem iyi oynasa da genelde o eski fırtınalı günlerdeki tadı alamadım. Örneğin, Lucescu ile 2003’teki 100. yıl şampiyonluğunda bile oynanan futbol pek içime sinmemişti. Zaten genelde şampiyon olan takım çok iyi olduğu için değil diğer büyükler kötü durumda olduğu için şampiyon oluyor.  Belki de bu yüzden soğudum takımdan ve futboldan. Ama daha çok bizim ligin kalitesi etkili sanırım. Beşiktaş iyi olsa kaç yazar ki.

Bu yazıyı yazmama sebep olan dün geceki Ziraat Türkiye Kupası maçıydı. Epey olmuştu Beşiktaş maçı izlemeyeli. Bi’ seyredelim dedim, belki eski heyecanları yaşarız. Maç heyecanlıydı, güzeldi. Mücadele de üst düzeydeydi. Ancak Kara Kartal’dan ben daha iyi bir futbol beklerdim açıkçası. Maçı anlatan eleman sürekli Beşiktaş’ın fizik yorgunluğundan bahsetti. Sanki 2 gün önce UEFA maçı vardı anasını satayım. Zaten Bursa maçı da iptal olmuş. Başka ne maçı yapıyorlarsa artık.

Dünya kadar yabancı dolmuş takıma. Bunlara niye o kadar para verirler anlamadım hiç. Q7’nin üçte biri kadar top oynasalar her şey çok güzel olacak ama nerde. En gıcık gittiğim şey de o zaten. Aynı kalitede top oynayacak bir sürü gencimiz varken yabancı alıyoruz. Onlar da bizim ülkeye gelince yavşama moduna geçiyorlar. Çoğunluğu böyle. Doğru dürüst 2-3 ay top oynuyorlar ancak. O kadar para da çöpe gitmiş oluyor. Lanet olsun kulüplerin yabancı sevgisine. Getireceksen iş yapacak kaliteli adam getir. Asıl bunlardan soğudum belki de ülke futbolundan. Bir de bozuk para harcar gibi teknik direktör ve futbolcu harcanıyor bu ülkede. Mesela İbrahim Üzülmez gibi mücadeleci, istikrarlı adamı anında postaladılar. Yıllardır takımın bel kemiğiydi kendisi. Herkes geldi geçti takımdan ama o hep vardı. Pek tekniği olmasa da 2 sene içinde postalanan top cambazı yabancılarla değişmem kendisini.

Maçta beni şaşırtan Rüştü oldu. “Hala oynuyor mu lan bu?” dedim. Yıllar önce (ortaokulda) bir haftasonu arkadaşım beni Aydınspor-Antalyaspor 2. Lig maçına götürmüştü. O maçta “Bu Antalya’nın kalecisi var ya Fener’e gitçekmiş lan” demişti. Nitekim sonra dediği gibi Fener’e gitti. Hatırladığım kadarıyla o gün bizim Aydın 2 tane takmıştı Antalya’ya. “O gün bugündür hala oynuyor adam, vay be” dedim. Sonra dün geceki sürprizlerden birisi Tayfur Havutçu’ydu. Bizde oynadığı dönemlerde maç sonrası yaptığı peltek açıklamaları geldi aklıma, gülümsedim. Ama asıl diğer sürpriz epeydir görmediğim “Gassaraylı Arif” idi. Onun İ.B.B’de yardımcı antrenörlük yaptığını futbol gündemini takip etmediğim için bilmiyordum. Kameralar, İ.B.B kulübesini gösterdiğinde “Ahanda, Artist Arif” dedim. “Artist Arif” lafını geçmişte maçları Cine5’in verdiği yıllarda maç izlemek için gittiğim kahvehanelerden hatırlarım. Futbol delisi amcalar ne zaman Arif kendini yere bıraksa “Ariiif, Cüneyt Arkın halt etmiş yanında, git Yeşilçam’da oyna. Artiiiz!” derlerdi. Gerçekten çok artistçe bırakırdı kendini.

Ne kadar ligimiz kalitesiz olsa da oynanan futbol çok iyi olmasa da dün gece güzel ve heyecanlı geçti benim için. Yıllar sonra maç izlemenin zevkine vardım. Gollerle coştum. Ara sıra takılmak lazım futbola. Ama sık değil, yaşanan gelişmeler insanı sinir ediyor çünkü, tıpkı ülke siyasetindeki gibi çirkeflikler yaşanıyor.

(12 Mayıs 2011)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder