29 Ağustos 2019 Perşembe

2019 günlükleri - 2


Müslümanlık alt kimlik gibi bir şey oldu. Üst kimlik ise Zeusîlik. Asker Zeus, İmam Zeus, Uzun Zeus, Kısa Zeus... Böyle Zeuslar var işte onlar için slogan atıyorlar, marş söylüyorlar, alkış tutuyorlar, diğer Zeuslara kendi Zeuslarının rızası için saldırıyorlar. Hep böyle bir zikir, ibadet, cihat halindeler.

--o--

Şişidirdiğiniz balon patladığında benim gibi balonla oynamayı reddedenleri alaya aldığınızla, kırdığınızla kalacaksınız bir de kıvırdığınızla. "Ben şişirmedim ki" diyeceksiniz. Hatta bazılarınız "Sen şişirmediğin için balon patladı." diyerek bizleri suçlayacak. Sonra başka balonlara yelken açıp yine şişirmeye devam edeceksiniz.

--o--

Hristiyanlar'da Tanrı inancı: "Ete kemiğe büründü Jesus (İsa) diye göründü."
Bizdeki birtakım tarikatlarda Tanrı inancı: "Ete kemiğe büründü Mahmut diye göründü."

--o--

Tarihte bugün:
Malûm tek parti dönemidir. Sabahattin Ali, 5 Şubat 1948 tarihinde "Asıl Büyük Tehlike Bugünkü Ehliyetsiz İktidarın Devamıdır" başlıklı bir yazı yazar. İki ay geçmeden 2 Nisan 1948'de öldürülür.

O günün memleket sahipleri yani iki kadeh tokuşturmakla, opera dinlemekle, şapka giymekle kendini soylu ve aydın hisseden çakma burjuva sınıfı; iktidarlarını eleştiren bir adamı hapiste akıllanmayınca katleder.

Bugün:
Ceren, o ünlü kafede Instagram'ı açmış kocaman kahve bardağıyla Kürk Mantolu Madonna kitabını aynı kareye sığdırmaya çalışırken telefonu çalar. Öf püf telefonu açar. "Hmm, öyle mi, tımam" gibi geçiştirdiği konuşmayı en uzun cümlesiyle bitirir: "Anne bu gece Mervelerde ders çalışıcaz arkadaşlarla, öptüm, kib, bay..."

--o--

Kurtlar Vadisi 15 Ocak 2003'te yayına girmiş. Dizinin kahramanı; kötülerin korkulu rüyası, her işi halleden bir mafyaydı. Vuruyordu kırıyordu ama herkesin de sempatisini kazanmıştı. Adalet, okullu değil alaylı yollardan işliyordu. Polat patentli bir hukuk düzeni vardı.
Dizinin tarihini araştırmamın sebebi yeni bir siyasi dönemin başlangıcının aynı tarihlere denk geldiğini tahmin ettiğim içindi. Sanki alttan alttan insanlara, Polat gibi masaya yumruğunu vuran bir liderin gerektiği mesajı veriliyordu. Daha sonra insanlar izlediklerinin gönüllü esiri oldular. Polat kötü bir şey de yapsa adam da öldürse mutlaka iyi bir amacı olmalıydı. Polat'a her yol mübahtı.

Freud Reyiz izindeyiz!

--o--

Nasıl ki sadece dil ile şehadet getirmek iman etmek için yeterli değilse formalite helalleşmeler de iki kişi arasındaki hak meselesini çözmeye yetmez. Kalbin de şeksiz şüphesiz tasdik etmesi gerekir.
Biriktirdiğimiz onca hayal kırıklığını, arkadan bıçaklanmayı, küçük tanrısal beyinler tarafindan yargılanmayı, yediğimiz kazıkları ve dahasını sırf ayakta kalabilmek için unutmaya alışmışken geçmişi düşünmeden refleksle söylenen "Helal olsun"lar karşıdakinin vicdanını rahatlatmaktan başka neye yarar? Olayların iç yüzünden (dönen dolaplardan) o kadar habersiz ve gaflet içinde yaşıyorken bu ayaküstü hesaplaşmalar -malın eksiğini söylemeden müşteriye satmak misali- işi oldubittiye getirmek değil midir? Çakallık burada tatlıdır ama "Her Şeyi Gören" bandı geri sarmadan bu hesaplar kapanmaz.

--o--

Onların şeytanlarını kızdırıyorsan, rahatsız ediyorsan seni asla sevmezler.

--o--

Bir varmış bir yokmuş Sızıntı diye bir çete varmış. Bu çete oraya sızmış buraya sızmış öyle güçlenmiş ki ülkenin komutanlarını içeri atmış. Kendilerinden olmayanlara her türlü pisliği yapmış. İftiraları yüzünden kimileri intihar bile etmiş. Kimilerini kendileri öldürmüş. Yıllar bu şekilde Adalet'e tecavüz etmekle geçerken keser ve sap kendilerine dönmüş. Ele geçirdikleri yerlerden kovulmuşlar ve yine yeraltı yuvalarına çekilmişler. Deşifre oldukları için de isimlerini Sığıntı olarak değiştirmişler. Kime sığınmışlar derseniz eskiden hiç sevmedikleri, onların da kendilerini sevmediği birilerine. O birileri padişah olmak için bu çetenin tılsımına güveniyormuş çünkü.

--o--

Yanlış meslek seçmekten daha kötüsü 100 sene yaşamak olabilirdi. Çünkü yanlış meslek; yanlış çevre, yanlış insanlar demekti.

--o--

2013 YDS'den 90 almış biri olarak Kıraç'ın dil eğitimi konusundaki görüşlerine sonuna kadar katılıyorum. Bugün İngilizce öğretmenleri girsin YDS'ye en iyi ihtimalle yarısı 60'ı geçebilir, yarısı geçemez. Kime artizlik yapıyorsunuz? Kimi linç ediyorsunuz?
Hani hep derler: Ne Batılı olabildik ne de Doğulu, arada kaldık. Dil konusunda da öyle. Çoğu öğrenci ne İngilizce öğrenebiliyor ne de dar kelime hazineleri yüzünden Türkçe okuduklarını anlayabiliyor. Azımsanmayacak bir kısmı Türkçe bir cümleyi hatasız yazamıyor bile.

--o--

Aynı yangın Ortadoğu'da 1000 yıllık bir caminin restorasyonu sırasında çıksaydı:
- Bu Araplar zaten hiçbir şeyden anlamaz yine ellerine yüzlerine bulaştırdılar.

- Pis Araplar

- Bizi arkamızdan vuran bunlar değil mi müstehak bunlara.

- Kesin IŞİD yapmıştır.

Ama yangın, Afrika yağmacılarının çağdaş ve laik ülkesinde çıktıysa sıradan bir kaza olmuştur. değilse de Müslüman teröristler yapmıştır. Nazardır nazar.

Sanki kardeşini kayırıyormuş gibi.

Sanki bu yağmacılar Anadolu'yu da işgal etmemiş gibi.

Sanki celladına aşıkmış gibi.

Sanki bu yağmacıların idare hukukunu alınca başka bir şeylerini de almışız gibi.

Sanki...

--o--

Açgözlüyüm: Din, ideoloji ve mağduriyet üzerinden ekmek yenilmeyen bir ülke istiyorum.

--o--

Bunca sapığın olduğu bir memlekette başka ülkeye kaçmak isteyen gençlerin hayallerine de saygı duymalısınız.

--o--

Yeni milenyumla birlikte insanların mutsuzluğu arttı. Yokluğun değil bolluğun verdiği mutsuzluk bu. Köpeğin, atılan kemiği yakalamaya çalışması gibi insanlar da (köpeklerin bedduası tutmuş gibi) şirketlerin trendlerini yakalamaya çalışıyor.
Eski milenyuma göre seçenekler de çoğaldı. Rezidans diye bir şey çıktı mesela. Halbuki önceki ev neyine yetmiyordu ki? Cilalayıp atıyorlar kemiği, yakalayabilen statü atlıyor ve egosunu tatmin ediyor.

Bu tatmin olma hâli anlık mutluluk verip bir süreliğine idare ediyor belki ama bu süslü kemikler daha ulvi amaçlar için programlanmış olan ruhu doyurmuyor.

Gaybla (görünmeyenle) irtibatı koparmış olan insan, ruhun yaralarına aldırış etmeden maddeden maddeye, kemikten kemiğe koşup duruyor.

--o--

Eğitim bilimlerinde Bloom'un bilişsel alan basamakları şu şekilde sıralanır:
1. Bilgi

2. Kavrama

3. Uygulama

4. Analiz

5. Sentez

6. Değerlendirme

Bilgi basamağı; bireyin temel kavramları, olayları, terimleri; bilmesi, tanıması ve ezbere söylemesi gibi süreçleri kapsar.

Değerlendirme basamağı ise bir ürünü ya da bir görüşü eleştirme, takdir etme, sonuç çıkarma, yargılama, tutarsızlıkları gösterme gibi süreçlerden oluşur.

Görüldüğü gibi bilgi basamağından değerlendirme basamağına kadar uzun bir yol, yenecek çok fırın ekmek var.

Google bilgi ve kavrama basamaklarını, YouTube uygulama basamağını bizim için bir hayli kolaylaştırdı. Ama iş; analiz, sentez ve değerlendirmeye geldiğinde kendimizle baş başa kalıyoruz. Gerçi yapay zeka ilerledikçe analiz ve sentezde yardımcı olacaktır. Ancak değerlendirme basamağında yani kritik etme ve hakkı batıldan ayırmada işi makinelere bırakmak istemiyorsak kafayı çalıştırmak zorundayız. Nitekim "... Hâlâ akletmeyecek misiniz?" soru cümlesi Kuran'da 13 yerde geçiyormuş.

Doğru düşünemedikçe ne okul ne İnternet ne de yapay zeka bir işimize yaramaz hatta kimi zaman çeldirici görevi bile görebilir. Yani hard diskimiz ne kadar dolu olursa olsun Allah her daim işlemcimizle beraber olsun.

--o--

Ortalık projeden geçilmiyor, çocuklar zibil gibi proje yapıyor. İnternete giren, A4 kağıdını kapan anında proje hazırlıyor. Hem de Tübitak projesi. Kopyala-Yapıştır.
Artık proje kelimesini duyunca içimden kıs kıs gülmek geliyor. Çoğu zaman da kahkaha atıyorum.

Bir kelimeyi bu kadar da değersizleştirmeye hakkınız yok. Dostların sizi bu kadar alışverişte görmesine hiç gerek yok.

Çoklukla, sayılarla, boş rekorlarla kendinizi kandırmayın. Marka üreten ve satan ülkelerde, çocuklar bizimkinin yarısı kadar proje üretemiyordur. Kesin o dış güçler bizi çekemiyordur.

--o--

Düne kadar "Memleketi sattınız!" diyenler bugün "Her şey güzel olacak" demeye başladı. Demek ki insan umut etmeden yaşayamıyor.
Bolca mağduriyet, biraz birlik beraberlik mesajı, biraz hümanizm, biraz da Türkçe olimpiyatları ağzı... Her dönem gideri vardır.

--o--

Mümin, Allah'a inanıp yönelir ve hayatını O'na göre düzenlemeye çalışır.
Müşrik, Allah'la arasına aracılar koyar ve bu aracılara üstünlük verir.
Münafık, inanıyormuş gibi yapar inanmaz.

Müşrik ve münafık birlik olup mümini ezer durur. Mümin; bu ikisini müslüman sanır, iyilikle muamele eder ama yaranamaz, sürekli kazık yer. Bu sebeple onlara ne kadar yakınsa o kadar huzursuzdur, ne kadar uzaksa o kadar huzurlu.

Mümin; kurallarını müşrik ve münafıkların koyduğu oyunların gönüllü kaybedeni, onların zahiren güzel batınen çirkin standartlarına uyum sağlayamayandır. Yel değirmenlerine karşı savaşan Don Kişot kadar çılgındır. Ezber bozandır, çomak sokandır, gariptir.

"Şüphesiz ki İslam garip olarak başladı ve bir gün yine garip hale dönecektir. Ne mutlu o gariplere!" (Tirmizi, İman: 13)

--o--

Çakallıklara ses çıkarmadığımız ölçüde iyi arkadaş kalabiliyoruz. Profesyonel arkadaşız biz. Salağa yatmada ne kadar iyiysek o derece profesyoneliz.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder