25 Eylül 2016 Pazar

Çağrı'dan dersler


- Korkuyorum yavrum. Sana zarar verecek kişileri dinliyorsun.
- Muhammed'i dinliyorum anne.
- Evet. Muhammed cömert, tebessümünü kimseden esirgemiyor. Ne var ki, fikirleri tehlikeli.
- Hangi fikri tehlikeli: Kimse aç kalmamalı, zengin fakiri kandırmamalı, güçlü zayıfı ezmemeli. Bunlar mı tehlikeli? Genç kızlar zorla evlendirilmemeli, seçme yada red hakkı olmalı.

1976 yapımı Çağrı (The Message) filmi İslamiyet'in doğuşunu ve yayılmasını anlatan, tüm dünyada ses getirmiş bir yapımdır. Filme baktığımızda ilk müslümanlarla günümüz müslümanları arasındaki derin uçurum göze çarpar. "Biz bu dinin neresindeyiz?" diye insanı düşünmeye sevkeden bir filmdir.

Açılış sahnesi, çeşitli diyarların krallarına tebliğ yapılmasıyla başlar. "Allah'ın Resulü Muhammed'den Bizans İmparatoru Herakles'e... Hak yolunda yürüyen herkese selam olsun. Seni ve halkını İslam'a davet ediyorum." Ne kadar içten, sade ve katıksız bir tebliğ. Bugünse bazı grupların insanları kendi hocalarının yoluna, kendi neşriyatlarına, kendi eksikliklerine ve fazlalıklarına çağırdıklarını görmekteyiz.

Başka bir sahnede, ilk müslümanların atılan taşlardan Hz. Muhammed'i koruduğunu görüyoruz. Bugünkü müritler şeyhlerini uçururken, Hz. Muhammed o gün uçamamaktadır. Bir yanda "Yetiş ya Gavs!" diye çağırıldığında Superman gibi müritlerinin yardımına koşan Gawsman'lar, diğer yanda dostlarının kendisine yardım ettiği bir peygamber.

- Biz Arabız. Atalarımıza itaat ederiz, çocuklarımız bize akıl veremez. Daha dün sokakta rastladığımız bir adamın, bugün peygamber olduğunu nasıl kabul edebiliriz.
- Ölü kemikler tekrar yaşayabilir diyor, çünkü insanı yaratan, onu ölümden de döndürebilirmiş.
-Tanrılar bizi terk edecek. Onlara gelen hediyeler başka şehirlere gidecek.

İlk müslümanlar inançları için büyük bedeller öderler. Kimisini ailesi evden kovar, kimileri işkencelere maruz kalır, kimileri de Allah yolunda canlarını verir. Büyük bir çoğunluk da evlerini bırakarak Mekke'yi terketmek zorunda kalır. Onların inançlarında dünyalık kaygıları ve beklentileri yoktu. Onlar inançları için bedel öderken, bugün bedel için inananlar var. Mesela namaz kılınca gökten bir kese altın düşseydi, namaz da kurban kadar popüler bir ibadet olurdu.

Hz. Muhammed'in Medine'deki evi yapılırken 53 yaşında kendisi de kerpiç taşımaktadır. Müslümanlar "Allah' ın peygamberi böyle işler yapmamalı, kendini çok yoruyorsun, git otur biz yaparız" deseler de onları dinlemez, çalışmaya devam eder.

Hz. Muhammed, sesi güzel olduğu için ilk ezanı okumak üzere Hz. Bilal'i seçer. Zenci bir köle olmasına rağmen liyakata bakar, beyazları kayırmaz. Bırakın geçmiş yüzyılları bugün bile ABD'de zencilere yapılanları biliyoruz. Ülkemizdeki adam kayırmaları da çok iyi biliyoruz.

İlginç bir sahne de Hudeybiye Barışı yapılırken Süheyl bin Amr'ın antlaşmadaki bazı ifadelere itiraz etmesidir: "Rahim Allah adına diye yazılmış, olmaz böyle şey. Adı Rahim olan bu Allah da nereden çıktı? Ben tanımıyorum O'nu. Çiz şunu. Sonra bunu da kabul edemem: Muhammed Allah'ın Resulüdür. Buna inansaydım, savaşmazdım seninle. Ötekiler gibi yanında olurdum." Süheyl kendine göre haklıdır ve Hz. Muhammed isteğini kabul eder, ifadeler değiştirilir. Bugün inananlar kendi arasında tarafsız olamazken, Hz. Muhammed'in inanmayanlara karşı objektif yaklaşımı etkileyicidir.


- Tahtadan tanrılardan hayır gelmez diyor!
- Dinimize daha fazla dil uzatılmasına tahammül edemeyeceğim! Biz eski bir uygarlığız. Tanrılarımızdan "tahta, taş" diye söz etmek cahilliktir. Bizim taptığımız bir şekil değil, içindeki ruhtur. 

Savaş sahnelerine baktığımızda müminlerin canlarını ortaya koyarak savaşa koştuklarını, münafıkların (inanıyormuş gibi yapanların) da savaştan kaçtıklarını görüyoruz. Savaş ayeti inmiştir ve savaşılması gerektiği için savaşılır. İnananlar, somut ve pratiğe dökülmüş bir şekilde ne gerekiyorsa onu yapmaktadırlar. Muhammed suresi 7. ayette belirtildiği gibi: "Ey iman edenler! Eğer siz Allah'a (Allah'ın dinine) yardım ederseniz O da size yardım eder, ayaklarınızı kaydırmaz." Bugünkü gibi muska ve zikirmatik icat olmamış, inananlar kendi köşelerine çekilip miskinleşmemiş ya da bir takım hurafelerle uyuşturulmamıştır.

Şimdiye kadar hep o günkü ile bugünkü inananlar arasındaki farklardan bahsettim. Benzerliklerimiz de var elbette. Mesela, Uhud savaşında Hz. Muhammed tepeye 50 kadar okçu yerleştirir ve onlara ne olursa olsun oradan ayrılmamalarını, atlıları yaklaştırmamalarını söyler. Ancak okçular, savaş esnasında kazandıklarını sanıp yerlerini terkederler. Onların tuttuğu geçitten rahatça geçen Halid bin Velid komutasındaki atlılar, müslümanları kıskaca alır ve sonunda savaş kaybedilir. O gün nasıl Hz. Muhammed'in sözünü dinlemediler, bugün de biz dinlemiyoruz. Terketmeyin denilen şeyleri terkediyoruz. Yapın denilen şeyleri yapmıyoruz...

Çok geçmeden bütün Arabistan Müslüman oldu. Yalnız bu yeni dine değil, İslam’ın getirdiği ilkelere, davranışlara, her şeye inandılar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder